23 Aralık 2014 Salı

Görme Engelliler Rüya Görebilirmi

          Bir de normal günlük formundaki denemelerime uymayan bir konudan bahsetmek istiyorum. Benim aklımı çok uzun zaman kurcalamıştır. Görme engelli biri rüya görebilirmi diye. Rüyayı tam olarak görsele dayandırdığım için böyle bir düşünceye kapılmıştım. Sonuçta rüya görmek (işte söylenişinde bile geçiyor görmek diyoruz) tamamen görme duyusuyla alakalı birazda akıl oyunu diye düşünüyordum. Oysa yanıtı çok mantıklı ve çokta kısaymış. Bence bir o kadar da dramatik.
         
"Bazı insanlar görme engellilerin hiç rüya görmediğini zannederler.
Rüya görmek her insan için doğal bir olaydır. Bu nedenle, görme engelliler de herkes gibi rüya görürler. Ancak, burada merak edilen nokta görme engellilerin rüyalarında insanları ve nesneleri görüp göremedikleridir. Bir insan gündüz neyi ne kadar görebiliyorsa rüyasında da onu o kadar görebilir. Eğer bir kişi sadece ışığı farkedecek kadar görebiliyorsa rüyasında da sadece ışık görebilir. Bir kişi insanların yüzünü yakından tanıyabilecek kadar görebiliyorsa rüyasında da o kadar görebilir. Hiçbir şey göremeyen bir kişi rüyasında da hiçbir şey göremez. Onun rüyası, sadece duyduğu seslerden ve dokunabildiği şeylerden ibarettir. Örneğin, baston kullanmasını biliyorsa rüyasında da bastonla gezer. Bilmiyorsa, başkasının yardımıyla gezer. İnsanları, seslerinden, nesneleri, elleriyle dokunarak tanıyabilir. Kısacası, hangi duyuları ve hangi organları sağlamsa, gündüz onları hangi düzeyde kullanabiliyorsa, rüyasında da o şekilde kullanır. Gündüz başaramadığı bir şeyi rüyasında başarmış olarak görüyorsa, bu da ancak sağlam olan organların kapasitesi içerisinde gerçekleşir.
Doğuştan hiç görmeyen bir kişinin rüyasında renkleri tanıyabilmesi mümkün değildir. Hayatında gözleriyle yazı okumamış bir kişinin rüyasında kitap okuması mümkün değildir.   Görme engelliler de diğer insanlar gibi iyi rüya, kötü rüya, karışık rüya, korkulu rüya şeklinde rüyalar görürler. Eğer bir görme engelli, dün gece rüyamda deniz gördüm diyorsa denizin sesini duyduğunu veya denize girdiğini ifade etmek istemiş olur. Eğer birisine, “Dün rüyamda seni gördüm” diyorsa, onu gözleriyle gördüğü anlamına gelmez. Rüyasında onun sesini duyduğunu, onunla oturup sohbet ettiğini, birlekte gezip dolaştığını, gülüp eğlendiğini veya kavga ettiğini belirtmiş olur.
Gözünü sonradan kaybedenlerde, yani, gördüğünü hatırlayacak bir yaşta körlükle karşılaşanlarda durum daha farklıdır. Bir kişi daha önce görüyorken, sonradan herhangi bir nedenle görme engelli olmuşsa, uzun bir süre rüyalarında gözleriyle görebilir. Çünkü, daha önce görme olayını yaşadığı için o kişinin beyninde kör olmasına rağmen gördüğü şeylerin izleri bir anda silinmemektedir. Uzun bir süre gördüğü şeyleri hayalinde canlandırabilir.
Görmeye dair izlenimler bilinç altından tamamen silininceye kadar sonradan görme engelli olan kişiler gündüz gözleriyle göremedikleri halde rüyalarında görebilirler. Ancak, bu durum ömür boyu devam etmeyebilir. Belli bir süre sonra bu bilgiler beyinden yavaş yavaş silinmeye başlar ve o kişinin artık gözleriyle gördüğü rüyaların sayısı giderek azalır. Gözünü yeni kaybeden bir kişi ilk günlerde Rüyasında her şeyi gözleriyle görürken rüyadan uyandığında gerçekle karşılaşınca moral bozukluğu yaşayabilir. Çünkü, rüyasını gerçek bir yaşantıymış gibi zanneder ve rüya ile gerçek arasındaki çelişkiyi görünce, onu psikolojik olarak etkiler."
           Hazır görme engelinden bahsetmişken hepimizin yapabileceği ufakta olsa bir yardım var. Henüz seslendirilmemiş kitapları okuyabilir ve engelli vatandaşlara ulaştırılmasını sağlayabiliriz. Bunun için bir çok kurumla görüşebilirsiniz. Benim ilk bildiğin Boğaziçi Üniversitesinin bünyesinde görme engellilere yardım amacı ile kurulan GETEM (www.getem.boun.edu.tr), İstanbul Büyükşehir Belediyesi (seslikutuphane.ibb.gov.tr) ve bir babanın görme engelli oğlunun ihtiyacı için kurmuş olduğu www.seslikitapgonulluleri.com inetrnet sayfalarından detaylı bilgi alabilirsiniz. Bunlar sadece benim bildiklerim eminim daha fazlası vardır.

Bana Aşkı Sorma

          Göğsümün kafesinde çırpınan kuşlar var bugün. Zannımca yapabildiğim en yerinde tanım bu oldu. Aslına bakarsan ben de tam olarak bilemiyorum nedir bu duygunun adı. Cehaletime ver istersen sevgilim. Can alıcı kelimeler ile süslenmiş cümleler kurmayı bilmiyorum ben. Tüm nesnellikleri sana da yaşatabiliyorum. Mesela tadını beğendiysem bir yemeğin hiç utanmadan bir parçasını cebime atıp sana da ilk fırsatta tattırabiliyorum. Keyif aldığım mekanlara beraber de gidip, etkilendiğim kitapları okutuyor, filmleri birde seninle tekrar izliyorum. Sırf sen de aynı duyguları hisset diye. Sıra hislere gelince ne diyeceğim, nasıl anlatacağım sana bulamıyorum. Sarılmak bazen en etkili yöntem oluyor ama yetmiyor. İstiyorum ki yüreğimi koyabileyim avuçlarına, çırpınışlarını hisset sende.
          İçimdeki o sevinç ve sevginin heyecanıyla ateş olsam mesela sıcaklığından anlasan. Ama yakmasam sadece ısıtsam. Aşktan gelince sorular yutkunmaya başlıyorum her cümleden önce. Nasıl anlatabilirim bilmiyorum ki. Oysa hayattan, o dar zalim dikenli yollardan sor, acılardan hastalıklardan hasretlerden sor, açlıktan sefaletten yoksuNluktan sor, sor bak sular seller gibi anlatayım sana. Kahkaları da bilirim aslında hemde öyle böyle kahkalar değil. Gülmekten ağlamayı bilirim. Esir olmuş gözyaşlarının ilk fırsatta akma sebebi olan gülüşlerdir onlar.
          Hem öyle kolay anlatılamadığı için bu kadar güzel belki de. Yoksa bilmezmiyim sana "bir bak aynaya işte aşk budur" demeyi. Sıkıntılı yorucu bir günün ardından öylece oturup boşluğa bakmak bile güzel yanımda sen olunca. Yada şöyle anlatmaya çalışayım mesela en halsiz, en hasta, en yorgun anımda naz yapma hayalleri kurarken yine de kıyamayıp "ben iyiyim yok bişeyim" deyip gülümsemektir belki de. Sen uzaklardayken kendimi bir odaya kapatıp oda diğer oda da diye kendimi kandırmakta olabilir. Kısacası anlatmak gerçekten çok zor yada ben bulamıyorum doğru sözcükleri. Sadece bilmeni istiyorum... Hayatımda olduğun için çok şanslıyım ve seni çok seviyorum. İyi ki varsın iyi ki yanımdasın.
         
:)) Bunu bir de sana sormak lazım tabi...

7 Aralık 2014 Pazar

Canparelerim


Merhaba sevgili günlüğüm…  sana bugün diğer güçlerimden bahsedeyim… tabi anlayabilirsen… kolay değil çünkü bir duyguyu yaşamadan sözlerle kavrayabilmek… mesela bende abilik kardeşlik ablalık üzerine o kadar çok yazı okudum ki sanal ortamlarda hepsi birbirinden güzel anlatmış… ama hepsi yavan kalmış… hiçbiri bir nefese ihtiyacı anlatamamış… kardeş abla nedir sen bilir misin…. Ben bir anlatayım istersen sana… nasıl desem hani böyle uçurumların uçlarında inadına çıkmış dallar vardır… sanki intihara meyilli adama bana tutun dercesine uzanan… yada kardelen gibi, yada fırtına ortasında o gökyüzünde bir kıyıda gözüken kızıl güneş gibi… hep bir umuttur kardeş bir nefes bir omuz… varlığı dünyalara bedel… tek çocuk nerden bilir ki hiçbir zaman yıkılmayacağını bilmenin ne demek olduğunu… çünkü kardeşin varsa düşmezsin… hep bir el vardır seni tutan… sana omuz olur… sen daha “aman” demeden yanında bitiverir… acın acı değildir onun yanında… en amansız gün bile sevdaya dönüverir onun bir bakışıyla bir sözüyle… varlığı yeter anlayacağın… kendini düşünemez kardeş senin bir sıkıntın derdin varken… gece gündüz sen olur dünya onun için… istediği kadar koştursun hayat çamurlu yollarında yapması gereken milyonlarca işin içinde aklında bir tek sen varsındır… nasıl ki senin burnun sızlar onu hatırladığında öyledir işte… ve gerçekten burnu sızlar insanın bilirmisin… keşke yanında olabilsem dersin yada derman olabilsem dertlerine… kendi derdini unutursun bir anda… kardeş candır…. Hem de en hakikisinden…. Bende 3 tane var hepsi birbirinden özel…. Ben hepsine tek tek feda olurum… canparelerim… onlardan başka kim bilir ki benim aklımdan geçeni… aynı dalda yetişen meyveler gibiyiz… farklı dünyalara savrulsak ta kökümüz bir…. Hiçbir güç kuvvet ayıramaz bizi… benim ödüm patlar mesela birine zeval gelecek diye…. Hani tüm kahramanlık hikayelerinde şiirlerinde geçer ya kanımın son damlası diye… işte bu söz kardeşlerim için gerçektir… kanımın son damlası bir saniye düşünmeden feda olsun onlara… bilmem ki sen şimdi anladın mı ne demek istedim… daha nefesin ne olduğunu bilmiyorsun ya kısacası nefesim olmadan yaşayamam… kolum kırılsın göğsüm daralsın kurşunlar beni bulsun ama nefesin olsun yeter… canlarım sağ olsun yeter… bu öyle bir sevda ki hiçbir din hiçbir kitap izah edemez gücünü… habille kabil kıymış birbirine aklım almıyor… çok bahsettim şimdi yüreğim sızladı canlarımla… sende bilsen onların şefkatini anlarsın… neyse şimdi ben hasretimle bir kalayım… anılarımla avunayım… sana yeni hikayelerimle tekrar yazacağım ama şimdilik yeter… 

Başlangıçlarla Merhaba



Merhaba sevgili günlüğüm, sırdaşım, ortağım, düş arkadaşım. Evliya Çelebi misali Düşnamem. “Başlamak yolun yarısıdır” derler de, ne kadar doğru olduğu bugün farkettim. Nerden başlasam tam olarak kestiremiyorum. Ama madem ki sayfalarına açacağım içimi önce kendimi tanıtmakla başlayayım işe.
                81 yılında bahar daha yeni yeni müjdelerken yüzünü almışım ilk nefesimi. Hem de öyle bir bahar ki sıkıyönetimin ardından yeniden yaşamayı değerli kılacak bir bahar. Neyse çocukluğumu zaman içerisinde bol bol eşelerim zaten şimdi çok bahsetmeye gerek yok. Aslımı esasımı anlatmak gerekirse şöyle bir düşündüm de ben en net haliyle ve kısaca kahverengiyim.  Yoğunluğu kadar keskin, belki huzur veren bir renk ama mevsimlerden yaz gibi değil. Sonbahar gibi. Kayıpların, hüzünlerin mevsimi.  Ayrılığın bir de. Bir yandan da adı üstünde kahve işte. Hani tazecik çekilirken değirmende miss kokusunu alır da tekrar tekrar geçmek istersin ya kurukahvecinin önünden, öylesine keyifli. Eh kırk yıl hatırı olan başka ne var ki. Ayıptır söylemesi bende en taze dönemimde dövüldüm hayatın taşlarında ve öğütüldükçe kaderin ellerinde daha bir canlı baktım dünyaya. Kimilerine göre uçlardayım – ki belki haklılar ne demiştim kahve gibi keskin ve huzurlu- ama bana sorarsan da tam ortada araftayım belki de. Kışa mı geçse yazda mı kalsa kararını veremeden yaprakları döken bir mevsimim işte. Biraz çocuk içi içine sığmayan, biraz ihtiyar merdiven çıkmaya bile yerinen. Hem gün kaçmasın diye çılgına dönen hem de rüyalardan medet umup gözlerini açamayan. Azıcık üşüsem veyahut korksam hemen siyaha dönebilirim. Ama güneş sarısı olmam da imkansız değil. Ufacık sevgi kırıntısı buldum mu yakarım ışığım ile dünyayı. Şöyel bir düşündüm de toprakta kahverengi. En sadık yar yani. Bir gün gelince yeşertsin çoğaltsın üretsin bizi doyursun diye ektiğimiz tohumlar gibi en sevdiklerimizi de vermiyor muyuz toprağın göğsüne, asla itiraz etmeden o da kabul etmiyor mu insandan geleni. Ben de o misal işte. Ortada belirsizlikler de kalmışım. Her gün ne çıkarsa falımda o kadar neşeli, o kadar hüzünlüyüm.
                Bir de tüm bu çelişkiler arasında beni ısıtanı, yazda tutanı sorarsan ben bir mavi sevdim. Gökyüzü gibi özgür, uçsuz bucaksız. Sarıp sarmalar dünyamı. Saf, temiz, şartsız. Ve deniz gibi aynı zamanda. Bazen süt liman bazen boran. Gece de mavi ya aslında hani korkutur yıldız yoksa ama ışıl ışıl benim mavimin geceleri de. Seyretmeye doyamam bulutların geçişini. Her biri farklı şekillerde, yeni hayallere açık. Gökyüzü etkilenir mi hiç ölüden diriden. Ne isterse o olur. Yağmuru boranı da yaşatır yaz ortasında, ilk yaz çiçeklerini de açtırır şubat başında. Sağı solu belli olmaz yani. Mavinin hiçbir biçimine tutunamazsın mesela. Deniz desen yüzebiliyorsan ne ala ama kayar gider avuçlarından. Gökyüzü desen, offf mümkün olsa keşke kuş olup hissetsek meltemleri kanatlarımızda. Ciğerlerine çekersin ama içinde iki dakika bile tutamazsın. İşte öylesine tamamlayıcı bir aşk bizimkisi. Yerle gök kadar dünyanın vazgeçilmezleri.
                İşte böyle sevgili günlüğüm. Daha fazlasını zamanla sen de anlarsın. Hayallerim kadar var olduğuma inanıyorum. Bu yüzden tüm düşlerimi, sevdiklerimi sık sık anlatacağım sana. Şimdilik hoşça kal.
Sevgilerle,